Çocuklar söz konusu olduğunda kitap okumak, bir şey öğrenmek ya da bir hikâyeyi takip etmekten daha çok, ebeveyn ile kurulan sıcak ilişki ve konuşmayı bile bilmezken iletişim kurabilmek anlamına gelir.
Bunu bilmemize rağmen, bazen uygulamaya gelince, hayaller ve gerçekler çakışabiliyor. Zihnimizdeki görselde, bebeğimiz kucağımızda sakin ve sessizce oturur. Elimizde bir kitap var dır ve biz başından sonuna masalı okurken çocuğumuz da sabırla bizi dinler. Evet bu bir stok fotoğraf karesi ve gerçeklikle yakından uzaktan ilgisi yok.
Gerçekte olan, daha çok söyle bir şeydir: Çocuğunuz yerinde durmaz, elinizdeki kitabı çekiştirir, sayfaları hunharca çevirmek ister, bir kenarından mutlaka yer, hatta daha çok kitabı yemekle ilgilenir, sürekli sözünüzü kesip kitaptaki başka bir detayla ilgili konuşmak ister, bir kitaptan diğerine ışık hızında geçer, ilgisini hızla kaybeder vesaire vesaire…
Elbette bu, zamanla değişecek ama o zamana kadar oturup çaresizce beklemiyoruz, yapabileceğimiz şeyler var. Geçen haftalarda girizgâh yaptığımız “Etkileşimli/Diyaloglu Okuma” yönteminde -kafamızdaki bu imajın aksine- çocuk aktif bir roldedir. Sorular sorar, gördükleri, düşündükleri, hissettikleri üzerine konuşur, aslında çocuk anlatıcı olur, ebeveyn daha çok dinleyici rolündedir. Hatta buna okuma değil “kitap paylaşımı” diyen ekoller de var. “Aslında kitapları çocuklarla paylaşıyorsunuz” demek istiyor.
Gözlemleyin.
Hikâyeyi unutun, çocuğunuzu gözlemleyin. Anlık bir şekilde çocuğun dikkatini neyin çektiğini takip edin. İlgilenmediği bir şeye dikkat etmesi için onu zorlamanın nasıl hissettirdiğini eminim siz de tahmin edebilirsiniz. Kitaplar onun için özgür bir alan olmalı.
Bebek veya çocuk bir resmi işaret ettiğinde, bir sayfayı çevirdiğinde, bir ek kısmı açtığında (hareketli kitaplar için geçerli), bir soru sorduğunda ya da sadece bir yere baktığında siz de oraya odaklanın. Ve onun dikkatini yönelttiği şey hakkında konuşun.
Konuşun.
Eğer küçük bir bebeğe kitap okuyorsanız, ilgisini çeken karakterleri tanımlamak, neler yaptıklarını tarif etmek, nesneleri/şekilleri göstermek, abartılı sesler yapmak ve beden dilinizi kullanmak işe yarar.
“Yavru ayı camdan bakıyor.”
“Aaaauuuuu bu bir fil. Hortumuyla FOŞŞŞŞ diye su sıçrattı!”
“Aslan RAAUURR diye kükredi. Ah fare çok korktu! Kaç, kaç kaç!”
“Ah hayır! Çocuk sandalyeden düştü! BOMMM diye ses çıktı. Galiba canı acıdı?”
Daha büyük çocuklarla ise çocuk büyüdükçe detay seviyesi değişecektir elbet. Önemli olan çocuğu pasif bırakmadan, onu bir anlatıcı konumuna getirmek.
Açık uçlu sorularla hayal gücünü harekete geçirin. Bu bir nevi hikâyeyi çocuğa anlattırma oyunudur. Bu sayede hislerini, düşüncelerini, hayata bakışını, o sırada zihninin neyle meşgul olduğunu, korkularını, endişelerini, arzularını anlayabilirsiniz. Bir taşla üç beş kuş yani…
“Aslan neden evinden ayrılmış sence?”
“Tilki, arkadaşsız kaldığı için üzgün mü?”
“Yavru ayı sence ne düşünüyor?”
“Kızın ailesi eve dönünce sence ne olacak?”
“Sence bunu yapmalı mıydı? Neden?”
Bebekler, henüz kelimeleri anlayamasalar dahi, kitaplara dair ilk ilgilerini çeken şey, anne ya da babasının sevgi dolu sesi oluyor. Ebeveynin sesi, konuşmanın ritmi, ebeveynin dokunuşu ile rahatlıyorlar. (Sadece bu bile kitapları paylaşmak için yeterli sebep.) Ama zamanla, tekrarlayan kelime ve cümleler, vurgular, tonlama ile dilin nasıl işlediğini de anlamaya başlıyorlar.
Bebekler daha çok kitabın fiziksel yapısına odaklandığında, moralinizi bozmayın ve yukarıdaki sırayı izleyin: İlgisini çeken şeyi gözlemle ve baktığı şey hakkında konuş.
“Kitabı ısırmak mı istiyorsun? Ah tabii dişlerin kaşınıyor olabilir.”
“Kitabı sen mi tutmak istiyorsun? Tamam hadi daha yakından bak. Bu ne? Bir köpek. Hav hav.”
“Kitabı masaya vurunca çıkan sesi mi sevdin? Hadi birlikte yapalım. PAM! PAM! PAM!”
Hikâyeler, çocuğun duygularını tanımasına, anlamasına ve onları yönetebilmesine altyapı sunar. Okulda zorbalığa uğrayan bir çocuk, salıncaktan düşen ve tekrar binmekten korkan bir çocuk, karanlıktan korkmaya başlayan bir çocuk, üzgün, endişeli, korkmuş olabilir ama bu hislerini tarif edemez. Hikâyeleri kullanarak çocukların bu hislerini daha iyi anlamasına, olayları kavramasına, bunları yönetmesine (öz-düzenleme becerilerinin gelişmesine) destek olabilirsiniz.
Çocuğun okuma kültürü/alışkanlığı kazanması, amacınız olmamalı. Önce kendi beklentinizi düzenleyin. Birlikte vakit geçirmek, temas etmek, eğlenmek ve bunu yaparken kitapları araç olarak kullanmak, sonrasında zaten doğal olarak bir okuma sevgisine evrilecektir. Bunu, zamana bırakın. Siz, birlikte kitapları paylaşma kısmına odaklanın.
Giriş-gelişme-sonuç değil, metinleri harfiyen okumak değil, çocuğunuzun o an ilgisini çeken her ne ise ona odaklanın. Bu, bazen hapşıran bir tilkiyi defalarca taklit etmek olsa bile… Siz birlikte eğlenceli anlar paylaşmaya bakın.
- Sadece birkaç dakikalığına bile olsa, her gün mutlaka okuyun. Bu sizin birlikte geçirdiğiniz kaliteli zaman.
- Okumak eğlenceli olmalı. Çocuğunuz ilgisini kaybettiyse, hikâyeyi bitirmek için zorlamayın.
- Kitabı çocuğunuzun seçmesine izin verin. Aynı kitabı yüzüncü kez okuyor olsanız bile…
- Yüzüncü kez okuduğunuz ve artık ezberlediği kitaplar varsa, “Hadi bugün sen bana oku” diyebilirsiniz.
- Durun ve görseller hakkında konuşun, “Sence sonra ne olacak?” deyin. Cevaplar sizi şaşırtacak.
- Okuduklarınızı çeşitlendirin. Şiir, peri masalları, masallar, tekerlemeler gibi…
- Kitap seçerken çocuğunuzun ilgi alanlarını gözetin. Kurgu-dışı seçenekleri de değerlendirin. Örneğin çocuğunuz arabalara ya da köpeklere meraklıysa bir araba ya da köpek kitabı da okuyabilirsiniz.
- Eğer mümkünse düzenli olarak kütüphaneye gidin.
- (Daha büyük yaşlarda) Onların okuduğu şeyleri siz de okuyun. Çocuğunuzla ortak bir ilgi alanı yaratırken, “Sana değer veriyorum” mesajını da vermiş olursunuz. Üstelik bu size konuşulacak eğlenceli konular da yaratır.
Kaynaklar: Otuz Milyon Kelime (Dana Suskind), Raising Readers.org