Çocukluğuma dair en içimi ısıtan anılarımda hep kitaplar var. Annemle karşılıklı kanepelere oturup okuduğumuz kitaplar, komşumuzun çocuklarıyla buluşup sayfalarındaki çizimleri incelediğimiz ansiklopediler, gazete kuponlarıyla alınan kitaplar, iş yerine gelen toptancıdan alınan kitaplar, fuarlardan kilo kilo taşınan kitaplar, muhabbet kuşumuzun köşesini kemirdiği kitaplar, çocuklara uygun olup olmadığını bilmeden erken yaşta -muhtemelen çoğu yaşıtımın da maruz kaldığı- bazı tuhaf kitaplar…
Geriye dönüp yıl yıl neler okuduğumu ve o zamanlarda neler hissettiğimi az çok bana hatırlatan kitaplarla dolu zihnim.
Bugün, doğduğum yerden uzakta, bir Avrupa şehrinde, 77 metrekarelik bir evin salonunda bu kitaplardan bazıları da benimle. İstanbul’dan buraya taşınma hikayemizin en başında, nakliye firmasıyla kaç koli eşya taşınacağını kararlaştırmaya çalışırken, “az da olsa” kitap götürmek istedim. Biraz babaanne tarhanası, biraz arkadaşlarımın yükte hafif hediyelerinden götüreyim, biraz da kitap. Tamam, biraz daha kitap.
Burada evimiz büyük olsa kim bilir daha neler getirirdim… İşte şimdi bu yazıyı yazarken arkamda duran minik kitaplık böyle geldi kuruldu baş köşeye.
Gel zaman git zaman, valizlere doldurarak getirdiğimiz çocuk kitaplarından oluşan kitaplığımız oldu bir de.
Hepimizin yaz tatillerinde tanıştığı, kışları pek görmediği, yurt dışında yaşayan bir çocuk arkadaşı olmuştur diye düşünüyorum. Benim de vardı. Her yaz geldiklerinde bizimle konuşmaya çekinir, belki dalga geçeceğimizden korkarak sessizce kenardan izlerlerdi oyunları. Tam dilleri açılırdı ki tatil biterdi.
Aklımda bu imgeyle, 2017 yılında, kucağımızda 7 aylık bir bebekle Almanya’ya taşınırken, ne yapıp edip bu çocuğa ana dilini ana dili gibi öğreteceğim demiştim.
Bugün, benim kendimce gururla izlediğim, ana dilinde bıcır bıcır konuşan, tanıdığım pek çok yetişkinden daha zengin bir kelime dağarcığına sahip, şakaları, imaları havada kapan ve bana şu ana dil konusunda oh dedirtmiş bir çocuğum var.
Bu yola kitaplar olmadan çıkamaz, çıksam da bugün olduğumuz yere varamazdım.
Düşünsenize, ufacık yaşta kreşe başlayan ve gününün uyanık geçirdiği saatlerinin çoğunu Almanca konuşulan bir ortamda geçiren bir çocuk var. Okuldan eve geliyor, önünde yorgunluktan sızana kadar geçireceği birkaç kıymetli saat var. Beraber ettiğimiz sohbetler bazen çok zengin, bazense değil, yalan yok. Bazı günler, günün koşturmasının hızı bir türlü kesilmiyor. Evde bir yemek, banyo, yatış telaşı. Bazen yetişkin hayatımız o kadar stresli ki, yavaşlayıp çocukları nasıl sakince yatırabileceğimizi bilemeyecek kadar yorgunuz zihnen.
İşte hem en hoş sohbet halimizde, hem de hiç ne konuşacağımızı bilmezken kitaplar yardımımıza yetişiyor. Ana dilimizde yazılmış ya da çevrilmiş, özenle seçtiğimiz, okudukça yeni bir şeyler keşfettiğimiz kitaplar, iyi ki varlar.
Çocuk da kitaplarda sadece dinlediği hikayeyi değil, belki hafif canı sıkkın başlarken rahatlayan annesini, belki bilmediği bir konuda kendiyle aynı anda, hevesle bir şeyler öğrenen babasını görüyor. Birlikte, hepimizin en iyi anladığı dilde, kah gülerek, kah ağlayarak kitap okumak hepimize çok iyi geliyor.
Bu yazı, plansızca gelişen bir teşekkür yazısı oluyor galiba. Kitaplara, kitapları yazanlara, çizenlere, çevirenlere, basanlara… Gerçekten minnettarım.
Ana dilin bize verdiği ortaklık hissi, benimle aynı çocukluk oyunlarını oynamayan, aynı bayramları yaşamayan, okulda benim küçükken yediğime benzer yemekler yemeyen ve muhtemelen benim tam olarak neleri özlediğimi bilemeyecek olan kızımla beni, yepyeni bir yerde buluşturuyor. Kitaplar, bize beraber hatırlayacağımız anılar yaratıyor.
Burada geçen 6 yılın sonunda, okulda ve sosyal hayatta ana dil seviyesinde Almanca kullanan, “Baban birazdan gelir, eli kulağında,” dediğimde hem gülen hem anlayan; bir yere gideceksek “Düş önüme bakalım,” dediğimde şakacıktan düşüyormuş gibi yaparak yola koyulan; kitaplardan öğrendiğimiz kafiyeleri, şakaları neşeyle kullanan bir çocuk var evde. Üstelik gözleri de Türkçe kitapları mutlaka arayıp buluyor semt kütüphanemizde. Ve şaşırmadık ki, yazı yazmaya başladığı dili de Türkçe oldu.
Ne diyebilirim ki? Ne yapacağımızı çok da bilmeden çıktığımız yolda, elimizden tutan tüm kitaplar, iyi ki varlar.
İşte böyle sevgili okur. Bazen yorulsak da, kitaplı saatlerimizi ihmal etmemek için bir hatırlatma olsun bu yazı bana ve tüm ihtiyacı olanlara. Bugün biraz romantik bir ses çıktı içimden. Bir sonraki yazıda, bu 6 yılda neler yaptığımızı, nelerden fayda gördüğümüzü paylaşacağım. Umarım sizin de işinize yarayan öneriler olur.
NOT: Bu yazıyı hazırlarken, paraşüt blog’da okuduğum iki yazıyı da sizinle paylaşmak istedim. Biri, çocuklara uykudan önce kitap okumanın önemini anlatan bu yazı. Diğeri de, çocuk kitapları okumanın yetişkinlere katkılarını anlatan bu yazı. Bence mutlaka göz atın, çok güzel hazırlanmışlar.
Görüşmek üzere. Sevgilerle,